İstanbul’a bahar geldi… Ufaktan ılık rüzgarlar esmeye başladı, parklarda bahçelerde envai çeşit bitki renkten renge büründü, erguvanlar çiçek açtı. Üzerimize ince bir ceket alıp sahilde bir boy yürümelik, hayallere dalıp tatil planları yapmalık, Bodrum’a kaçmalık havaların tam ortasındayız. Gelin görün ki hepimiz evdeyiz. Gerçekten de benzerini daha önce hiç yaşamadığımız tuhaf zamanlardan geçiyoruz…
İstanbul, baharı müjdeleyen tüm bu güzellikleri boydan boya kuşanmış, ancak asla kavuşamadığımız bir sevgili gibi uzaktan göz kırpıyor bize. Sahil yerinde ama inemiyoruz; parklar orada ama gezemiyoruz, restoranlar, mağazalar duruyor ama gidemiyoruz. Peki öyleyse ne yapıyoruz? Belki de hayatımızda hiç geçirmediğimiz kadar kendimizle vakit geçiriyoruz. Başka bir deyişle, sahip olduğumuz en değerli iki şeye, kendimize ve zamanımıza, hak ettiği özeni nihayet gösteriyoruz.
Gündelik hayatımızın koşturmacasında, stresli iş ortamında oradan oraya savrulurken kendimize ne kadar borçlandığımızı bugünlerde çok daha iyi anladık gibime geliyor. Durup derin bir nefes almak, ayağımızı uzatıp hiçbir şey yapmadan dalıp gitmek, gözümüzü kapatıp vücudumuzu ufak bir şekerlemeye teslim etmek, birçoğumuzun belki de hayatı boyunca nadiren tecrübe ettiği deneyimlerden. Neden? Çünkü daima çok acelemiz var; hep yapılması gereken bir işimiz, pişmesi gereken bir yemeğimiz, ya da belki ilgilenilmesi gereken bir yakınımız var.
Peki okumayı yıllardır ertelediğimiz bir kitap, hep öğrenmeyi düşlediğimiz o ikinci dil, ya da bir türlü denk getirip izleyemediğimiz o klasik film için aynı telaşa düşüyor muyuz? Hayır. Belki de burada hata yapıyoruz. Az önce bahsettiğim “kişinin kendisine olan borçları” böyle böyle birikiyor işte; ruhumuzu besleyen şeyleri lüks kategorisine sokarak, ikinci plana atarak, öteleyerek…
Gün bu hatalardan dönme günü olsun. Çıkmaz ayın son çarşambasına ertelediğimiz işlerimizi, herkeslerden sakladığımız tuhaf hobilerimizi, yıllardır düzenlemeye üşendiğimiz eski fotoğraflarımızı dökelim bakalım ortaya, biraz yaratıcı olalım. Bugünlerde ancak camdan izleyebildiğimiz baharı evlerimizin içine de davet edin.
Hazır dip köşe bir temizliğe girişmişken, ruhlarımızın da tozu alınmadık yerini bırakmayalım, ne dersiniz? Güzel olmaz mı?