*Hürriyet gazetesi
16 Haziran 2013’te, Bloomberg HT kanalında yayınlanan HT Magazin programı…
iPhone5 aldığımdan beri ekranın küçüklüğü ve şebeke probleminden muzdariptim. Bunun dışında bir akıllı telefon olarak kullanım kolaylığından, menülerden ve dizayndan çok memnundum.
Apple’ın akıllı telefon piyasasındaki zorlu rakiplerinden Samsung yeni akıllı telefonu S4’ü anons edince, alıp denemek istedim. Bunu da bir tweet’le duyurdum. Bazı iPhoneseverler geri döneceğimi söylediler. “Acaba?” diye kuşku duysam da telefonu kullanmaya devam ettim.
Şu anda hala Samsung S4 kullanmaya devam ediyorum ve çok memnunum. Artık geri dönüş yok!
Apple’ın tek cep telefonu tasarımına saplanıp kalma inadını hala anlayabilmiş değilim. Tüm dünyanın olduğu gibi, benim de hayranlık duyduğum bir firma nasıl olur da “Sadece başparmak ile tüm telefonu idare edersin” önermesini ortaya atıp, ekranı kullanıcılarına tek bir boyutla kullandırma dayatmasında bulunabiliyor? Neden alternatif üretmiyor?
Steve Jobs’un kemikleri sızlıyor olmalı… Çünkü bir miras bu kadar hoyratça kullanılmamalı. Apple’ın acilen daha geniş ekran seçeneklerini kullanıcılarının beğenisinde sunması gerekiyor. Aksi hale, logosundaki bir ısırık atılmış elma, kısa sürede sadece çöpü kalmış bir elma haline gelebilir.
Cep telefonu piyasasını yakından takip edenler bu pazardan hangi firmaların, ne hatalarla piyasadan silindiğini gayet iyi bilirler. İşte size, Ericsson, Nokia, Sony, Blackberry… Başarıyı yakalamak kadar onu sürdürmek de zordur. Apple trendsetter olabilir, dünyayı “akıllı telefon” kavramıyla tanıştırmış olabilir ancak son dönemde akıllı telefon piyasasında Android işletim sistemli cihazların, özellikle Samsung’un ciddi bir yükselişi var. Apple eğer Steve Jobs’un yaptığı vizyoner çıkışı aynı ivmeyle sürdürmek istiyorsa, pazarın taleplerini iyi koklamak zorunda…
Hadi elma, senin pazara ısırık atma zamanın geldi! Zaman geçmeden davran…
Dün, 11’incisi düzenlenen Liderlik Zirvesi’nde konuşma yapmak üzere Maslak Sheraton Otel’deydim. İş dünyasının önemli isimlerinin konuşmacı olarak yer aldığı zirvede dinleyici olmak da oldukça keyifliydi… Duayen iş adamı, Kibar Holding Kurucusu ve Onursal Başkanı Asım Kibar’ın konuşmasını dinlerken içimden defalarca “işte bu!” dedim. “Aklın yolu bir” derler ya… Asım Bey, istemenin, sebat etmenin, araştırmanın, güven yaratmanın öneminin altını çizerken; “zorunda olmalısınız” diyordu. Evet, zorunda olmalısınız. Bazen, potansiyelimizin tamamını kullanmak için zorlanmamız gerekiyor. Asım Bey’in konuşmasının satır başları; istemek, inanmak ve harekete geçmek… Kendi deneyimlerim de beni, bu kavramlara çıkardı.
35 yıla yaklaşan girişimcilik hayatımı 20 dakikaya sığdırmaya çalıştığım sunumu, haberleştirerek sayfalarında yer veren Dünya gazetesi “zirvedeki yalnızlığı” başlığına taşımış. Hep söylüyorum; girişimcilik hatalar üniversitesinde hep öğrenci olmak demek, uykusuz geceler demek, özgür olmak isterken başarının esiri olmak; sağlıktan ve özel hayattan fedakarlık etmek demek… Zirvede olmak için hep çalışmak, çok çalışmak ve sonunda zirvede yalnız kalmak demek… “Girişimci olmak isteyenlere tavsiyeniz nedir?” diye soran genç arkadaşlara bazen ben de bir soru sormak istiyorum : “Bütün çabalarınızın sonunda, kendi kendinizi motive edecek kadar yalnız kalmaya hazır mısınız?”
Benim cevabım belli…
(Dünya gazetesindeki haberin tamamını linkten okuyabilirsiniz)
http://www.dunya.com/zirvede-yalniz-patronlari-anlatti-225637h.htm
,
2008 yılından beri Endonezya İstanbul Fahri Konsolosu olarak görev yapıyorum. Aynı zamanda DEİK’te Türk-Endonezya İş Konseyi Başkanı da olduğumdan, sıkça Endonezya’ya gidiyor ve iki ülke arasındaki ticari – kültürel ilişkilerin gelişmesine katkıda bulunmaya çalışıyorum. Açıkçası çok keyifle sürdürdüğüm bir görev.
Geçtiğimiz yıl, Endonezya’nın başkenti Jakarta’da Hitay Yatırım Holding’in bir irtibat bürosunu açtık. Ofisin inşaatı esnasında, binanın Endonezyalı temizlik kat görevlisi, ekip arkadaşlarıma ofiste kendisi için iş olup olmadığını sormuş. İngilizce’si “çat-pat” derecede olan, temiz yüzlü, 30’lu yaşlara yakın, genç bir adam… Belli ki katın temizlik görevlisi olması dışında, daha büyük hayalleri var. Ekip arkadaşlarım, bu durumdan bana bahsetti. Gittiğimde görüştük, düzgün biriydi, bu tip bir iş için heyecanlı, hevesli ve çok pozitifti. Ofisboy olarak işe aldık. 1 seneyi geçti işe başlayalı. Adı Firmansyah. (Firmanşah şeklinde söyleniyor, biz kısaca Firman diyoruz) Firman, ofisboyluk görevinin ötesinde, Jakarta’daki sağ kolumuz oldu bizim.
Baktık iletişimde problem yaşıyoruz, Firman’a İngilizce özel ders aldırmaya başladık, İngilizce’si bir hayli ilerledi. Bununla da kalmadı, Jakarta’ya bir gidişimde Firman’ın ortaokul mezunu olduğunu öğrendim. “Hadi Firman, liseyi de bitir” dedim. Firman, liseyi dışardan bitirmek için okula gidiyor ve sınavlara giriyor. İki ay önceki gidişimde Firman sınavlardan aldığı notları gösterdi. Hepsi yüz üzerinden doksanın üstünde notlar. Önümüzdeki ay Firman dışardan liseyi bitiriyor. Bu gidişimde, dönüşümden bir gün önce ona bir görev daha verdim. “Seni muhasebeci yapacağız, lise sonrası hangi okullara gidebileceğin konusunda bir çalışma yap” dedim. Firman, büyük bir ihtimalle yeni öğretim sezonunda bir yüksek okul veya üniversiteye başlayacak.
Bu gelişmelerin kendisinde yarattığı mutluluğu anlatamam. Akıllı, eğitime açık, kendisine söylediğimiz hiçbir işi atlamayan, bir kez söylendiğinde işi harfiyen yapan, son derece uyumlu bir arkadaş.
Firman’ın bizimle çalışmak için çaba göstermesi, şansını zorlaması tabii ki önemli. Ancak bu şansı yaratan da kendisi oldu. Ara sıra öğrenci arkadaşlarla konferanslar vesilesiyle bir araya geldiğimde hep altını çiziyorum: İyi bir öğrenci olmak kadar önemli başka hususlar da var iş hayatı için. Bağlantılar, sosyal yaşam, girişken olmak, fırsatları zamanında görmek, değerlendirmek ve doğru zamanda girişimde bulunmak gibi. Firmansyah, tam da sözünü ettiğim gibi biri. Katta temizlik yaparken, şansını denedi, zorladı, hayatını çok olumlu yönde değiştirmeyi başardı ve bizler için de çok iyi bir ekip arkadaşı oldu.
Bu arada geçtiğimiz sene 3. kez baba oldu. Oğluna koyacağı isim konusunda fikrimi sordu. Ben de kendi oğlumun ismini önerdim ve “Kerim olsun” dedim. İsmini Kerim koydu ve oğlunun isim babası da oldum…
Hayat, fırsatlarla ve tesadüflerle dolu. Ama fırsatları zamanında görüp, harekete geçmezsek, önümüzden geçip gidebilirler. Alıcılarımızın her daim online olması, ileriki yaşantımızda büyük kapıların açılmasına vesile olabilir.
Geçen sene oğlum Kerim ile Jakarta ve Bali seyahati yapmıştık. Bu seyahatte Firman’ın evini de ziyaret ettik. Büyük Kerim, bebek Kerim ile tanıştı.
Gelelim Endonezya’ya… Endonezya Fahri Konsolosluğumun başlangıcından beri, Endonezya’da ne gibi işler yapabilirim konusunda çalışmalar yapıyor, ancak bir girişimde bulunmuyordum.
Endonezya Başkanı Susilo Bambang Yudhoyono (SBY), 2010 yılında Türkiye’ye gelmeye karar verdiğinde, ben de ne iş yapacağımın kararını vermiş ve niyetimi Endonezya Yatırım Ajansı Başkanı ile konuşarak açıklamıştım. Hedefim, dünyanın jeotermal kaynaklarının yüzde 40’ına sahip olmasına rağmen, bu kaynakların şu anda sadece yüzde 5’ini kullanan Endonezya’da, jeotermal arama lisansları alarak jeotermal enerji üretimi yapmaktı.
2010 yılının Haziran ayında başlayan bu macera yaklaşık üç yıldan beri devam ediyor ve Singapur’da kurduğum Hitay Energy Holdings’e bağlı olarak Endonezya’da kurduğum şirketler vasıtası ile Endonezya Enerji Bakanlığı’ndan jeotermal arama ruhsatları almayı hedefliyorum.
Uzun soluklu bir iş. Allah yardımcımız olsun…