Türkiye Nasıl Büyümeli? (Turkishtime Röportajı – Eylül 2009)

English  Bahasa Indonesia  

Türkiye bundan sonra nasıl büyümeli? Türkiye’nin refah seviyesini artırmak için hangi alanlara önem verilmeli?
İçinde bulunduğumuz günlerde, bu sorunun yanıtını vermek, doğrusu çok da kolay değil… Dünya ekonomisinin önemli bir değişimden geçtiğini çok konuştuk, konuşmaya devam ediyoruz… Ancak böyle bir soruya yanıt vermeden önce, değişimin sonunda, ortaya nasıl bir evrensel ekonomik modelin çıkacağının hala belirsiz olduğunu ifade etmekte yarar görüyorum… Yaklaşık 30 yıl boyunca, dünya önemli bir büyüme yaşadı. Başta ABD ekonomisinde, finansın giderek önemli bir sektör haline gelmesiyle birlikte dengeler değişti, teknoloji ve internet dünyasında yaşanan gelişmelerle imalat kan kaybetti. Bakın, verilere göre son yıllarda ABD’de finans sektörünün karlılığı diğer sektörleri geride bırakıp, tüm karlar içinde yüzde 40’lık bir seviyeye yerleşmiş. Bu durum, dünyanın diğer önemli gelişmiş ülkelerinde de geçerli oldu. Bunun karşısında üretim ve hizmet sektörleri de ağırlıklı olarak Uzak Doğu’ya yöneldi. Hızlı ve aşırı tüketim süreci de beraberinde geldi.

Bugün geldiğimiz noktada, tüketimde uzun bir süre frenleme olacağı, talep daralması yaşanacağı muhakkak… Bu son derece olağan bir durum… Yeni ekonomik ortamın yarattığı psikolojik etkiyle birlikte tüketicinin yaşadığı değişimi de düşünmek gerekiyor. Ekonomik sistemde nasıl bir gelişme olursa olsun, tüketicinin değişimini ve fiyata karşı hassasiyetini uzun bir süre hissedeceğiz. Yeni dünya düzeninde ve Türkiye’nin bu düzende alacağı pozisyonda bunların etkileri önemli olacak diye düşünüyorum.

Buradan tekrar sorunuza dönecek olursak, uzun vadede büyük resmi görmek zor. Ancak kısa vadede, öncelikle daralan talep içinde nasıl yeni iş olanakları yaratabileceğimize bakmamız gerektiğini düşünüyorum. Artık daha zor bir pazar ile karşı karşıyayız. İş dünyası açısından baktığımızda, herkesin uzman olduğu alanlarda müşteriye daha fazla yakın ilişkiye girerek, onların ihtiyaçlarını, yeni talep olanaklarını incelemesi gerekiyor. Müşteri şu an ne istiyor? Destek, verimlilik, tasarruf! Bu ihtiyaçlara cevap veren ürün ve hizmetlerle talep yaratabiliriz… Yakın geçmişte hızlı getirisi olan iş alanlarına yapılan yatırımlar ön plana çıktı. Ancak şimdi, bunlarla vakit kaybetmek yerine, uzmanlığa odaklanma zamanının geldiğini düşünüyorum.

Bunun yanında, yakınımızda olan, daha önce girilmemiş pazarlardaki ihtiyaçları da doğru okuyarak, iş hacmi yaratılabilir. Özellikle Uzak Doğu’nun, yüksek hacimli üretim standardı karşısında, hızlı ve esnek üretim modellerimizle fark yaratabiliriz. Türkiye, yakın geçmişte birçok sektörde, bu yaklaşımla önemli kazanımlar elde etti. Bundan sonra da aynı strateji ile ilerlemek gerektiğine inanıyorum. Yıllarca konuştuğumuz “KOBİ ülkesi” olarak, Türkiye, çok hızlı ve esnek hareket edebilme gücüne sahip. Ben bu konuda optimistim.

Bu büyüme modelinde ne tür renkler olmalı? Demokrasi, çevrecilik, insan hakları, çoğulculuk, Avrupa Birliği, vb. hangileri daha fazla ön plana çıkmalı? Türkiye büyürken nelerden vazgeçmemeli?
Türkiye, gelişme süreci devam eden bir ülke… Dolayısıyla AB, çevrecilik, insan hakları, eğitim, azınlık sorunları, sağlık gibi birçok temel konuda önemli adımlar atıldı ve aynı kararlılıkla devam edilmesi gerekiyor. Ancak bu noktada, AB’ye katılımın “ekonomik” yararlarından öte, uygarlaşma yolundaki bir dönüm noktası, bir araç olarak görülmesi gerektiğini düşünüyorum. Biz bu alanda yol kat ettik ancak son dönemde ilerleme kaydedemedik… Bu önemli konu, ekonomik krizle birlikte hızla gündemden düştü. Türkiye’nin gelişmek için önemli bir yol almasını sağlayacak olan reformların çoğu, AB’nin önümüze koyduğu yol haritası ile bire bir örtüşüyor… Gerek Hükümet, gerekse iş dünyasının bu yöndeki gündemini önümüzdeki günlerde yeniden masaya yatırması gerekiyor. Eğitim sisteminde de reformlara ihtiyaç var. Öncelikle, her yıl, üniversite sınavına başvuran 1 milyon 700 bini aşkın adaydan, yalnızca yaklaşık iki yüz bin kişinin eğitime hak kazanması bizim gelişme yolunda kanayan yaramızdır. Yıllardır konuşulan, üniversite eğitiminde ve uzmanlık alanlarında yeniden yapılanmanın öncelikli olarak devreye alınması da kritik bir önem taşıyor.

Böyle bir genç nüfusa ve potansiyele sahip bin ülkenin, insan kaynağını eğitimin kapısından çevirmesi, içeri girenler için ise güncel ve ihtiyaçlara yönelik bir uzmanlık doğrultusunda eğitim yatırımı yapamaması geleceğimiz için büyük bir kayıp. Diğer yandan, her gün yeni iş alanları doğarken, mesleki eğitimlerin bu kadar zayıf kalması da ayrı bir sorun. Bununla birlikte, üniversite eğitiminde ilk iki yılda genel derslerin alınmasından sonra uzmanlık alanının seçilmesi yönünde, Cumhurbaşkanının verdiği desteği çok olumlu bir gelişme olarak görüyorum. Umuyorum ki yeni adımlar da gelecektir. Sağlık reformunun hayata geçmesi ve bu yöndeki hızlı gelişmeler, çok olumlu bulduğum ve gelişmemiz adına kısa-orta-uzun vadede sonuçlarını göreceğimiz dönümlerimizden biri olacak. Şunu da ifade etmeden geçemeyeceğim: Bana kalırsa, sigara yasağı da bu yönde atılmış, bizi gelişmiş ülke çizgisine yaklaştıran, çok radikal ve önemli bir adımdı! Bu yöndeki kararlılığın da istikrarla devam etmesi gerekiyor.

Son olarak, Türkiye büyürken ve gelişirken, Kürt sorununu da çözmelidir diye düşünüyorum. Bu konuda, sonuca merkezde alınan güçlü kararlar ve uygulamalar ile ulaşabiliriz…

Türkiye’nin son yılların moda deyişiyle sürdürülebilir büyümesinin önündeki yapısal engelleri sizce neler?
Kapitalist sistemde, devlet kendi işadamlarını yaratır ve girişimin önünü açar… Ancak Türkiye’de özellikle hızlı liberalleşme sürecinde bu durum, ne yazık ki belli kesimlerin daha çok zenginleşmesine ve ülke kaynaklarının kötü amaçlı kullanımına yol açtı, toplum da bu durumdan önemli bir zarar gördü… Güçlü bir yapısal yaklaşımla, değer yaratmak isteyen işadamlarının önlerinin açılması gerekiyor. İlişkilere dayalı iş yapma döneminin artık kapanması gerekiyor. Aksi taktirde, gelişme de söz konusu olamaz, istihdam da yaratılamaz, toplumsal refahtan da söz edilemez…

İş dünyasında, yatırımın önünü açan teşvikler ve yapısal düzenlemelerin, nasıl büyük bir etki yarattığını hep birlikte görüyoruz. Geçmişte bu açıdan çok zaman kaybettik. Hız kesmeden, her alanda bu duyarlılığın devam etmesi, engellerin kaldırılması da çok kritik bir önem taşıyor.

Capital Röportajı (Temmuz 2010)

English  Bahasa Indonesia  

Ailenizde sizden önce girişimciler var mıydı? Siz ailenin ilk girişimci ismi mi oldunuz? Ailenizde girişimcilerin olması sizin girişimci olmanızı ne yönde etkiledi, girişimciliğinize ne tür katkılar sağladı?
Rahmetli babam Eyüp Hitay, uzun yıllar boyunca Sultanhamam’da ticaretle uğraştı. O dönemde Sultanhamam, tekstil ticaretinin en önemli merkezlerinden biriydi. Kendisi de işinde başarılı, saygın ve deneyimli bir tüccardı. Bugünden o yıllara baktığımızda, girişimcilik de elbette farklıydı. Bugün olduğu gibi, büyük hedefleri olan, büyümek, dünyaya açılmak vb. isteyen girişimci sayısı da azdı… Babam da daha mütevazı yaşayan, iş konusunda büyük hedefleri olmayan bir işadamıydı. Biz beş kardeştik. Ailede benim dışımda girişimci olmayı seçen başka kimse olmadı. Fakat yaşadığımız talihsiz bir olayın, beni girişimciliğe daha erken yönlendirdiğini söyleyebilirim. İzmir’de üniversite eğitimim devam ederken, babamı ani bir şekilde kaybettik. Ben de o dönemdeki ekonomik koşullar nedeniyle 19 yaşında çalışmaya başladım. Üniversite hayatım boyunca, Ege Üniversitesi Hesap Bilimleri Enstitüsü’nde (Şimdi Ege Üniversitesi Bilgisayar Mühendisliği Bölümü) sistem operatörü olarak, 3 yıl çalıştım. Bu erken deneyim, hayatımda ne yapmak, nerede olmak istediğim konusunda ufkumu açtı. İlk şirketimi kurduğumda, 22 yaşındaydım.

Sizi kendi işinizi kurmaya iten ana motivasyon kaynaklarınız neydi? (Patron olmak, daha iyi bir gelir elde etmek, hayallerinizi gerçekleştirmek vs)
Ben, hiçbir zaman, bir yere bağlı olarak yaşamak istemedim, özgürlüğü tercih ettim. Bunun bana göre olmadığını çok erken gördüm. İyi bir kariyer, iyi bir gelir, kuralları baştan, başkaları tarafından çizilmiş bir hayat… Bunlar hiçbir zaman beni motive etmedi. Kısa süren ilk işimden istifa ederken, aklımda ne iş yapacağım konusunda bir fikir yoktu. Birikimim de yoktu. Ama kendime güveniyordum. Ben fırsatları görmeyi, üzerine gitmeyi, sıfırdan bir işi inşa etmeyi, büyütmeyi, zorluklarla mücadele etmeyi seviyorum. Standart bir düzende, standart bir işle meşgul olamam. 30 yıl önce de düşüncelerim böyleydi. Bugün de aynı… Uzun yıllar boyunca, aynı şirketleri yönetmeyi de sevmem, bu bana heyecan vermiyor. Bu nedenle hayatım boyunca, girişimciliği ön planda tuttum. Yeni işler kurdum, onlara yatırım yaptım, risk aldım, büyüttüm ve değerli hale geldiklerinde de sattım. Şirketlerimle hiçbir zaman duygusal bir bağ kurmadım. Doğru zamanda, doğru yatırımlar yapmayı tercih ettim. Bugün de kurumsal girişim sermayesi alanında faaliyet göstermemizin nedeni tamamen budur.

Eğitim durumunuz nedir? Okul hayatınız boyunca nasıl bir öğrenciydiniz?
Ben Kabataş Erkek Lisesi’nden sonra Ege Üniversitesi İşletme Fakültesi Pazarlama Bölümü’nde okudum. Lisedeyken en yüksek notları alan öğrencilerden biri değildim, ders çalışmayı çok sevdiğim söylenemezdi. Ama iyi öğrencilerden biriydim, her şeyi derste dinler ve öğrenirdim. Biraz haşarılık da vardı tabii… Hatta derste bir öğretmenimize yaptığım küçük bir şaka nedeniyle son sınıfta bütünlemeye kaldım. Nasıl olsa bir yıl daha okuyacağım diye düşünerek, üniversite sınavını ciddiye almadan girdim ve Ege Üniversitesi’ni kazandım. O sırada MEB tarihinde ilk kez bir af çıkardı ve ben mezun oldum… Bu kez ‘Bir yıl okur, İzmir’de akrabalarımızın yanında biraz vakit geçirir, tekrar sınava girer, Boğaziçi Üniversitesi’ni kazanırım’ diye düşünüyordum. Babamı erken kaybedince tüm planlarım değişti… Üniversite eğitimim sırasında ise üstün başarı gösterdim, çok çalıştım, okulu erken bitirdim.

Girişimci olmadan önce profesyonel çalışma hayatında yer aldınız mı, aldıysanız kaç yıl yer aldınız?
Üniversite eğitimim sırasında, 1976’da sistem operatörü olarak bilişim sektörüne adım attım.
Bilişimin geleceğin sektörü olduğunu düşürüyordum. Artık bir devlet memuruydum. Sabah okula gidiyor, öğleden sonra işe gidip gece yarısına kadar çalışıyordum. Derslerimde de çok başarılıydım. Çoğu dersten sınavlarda A alarak 2,5 yılda, kredi sistemi olan okulumuzdan mezun olacak seviyeye geldim. Fakat tez ve devrim tarihi için 1,5 yıl beklemem gerekiyordu. Bu 1,5 yılı farklı programlama dillerini öğrenerek geçirdim. Beni Ankara ve İstanbul’a kurslara gönderdiler, sertifikalar aldım. Deli gibi çalışıyordum, öğrenmeyi çok istiyordum.
İzmir’den İstanbul’a döndükten sonra, Silkar Holding’e bağlı Silkar Elektronik Bilgi İşlem Merkezi’nde (SEBİM) çalışmaya başladım. Bu şirket, hem Silkar Holding’e bilgi işlem konusunda destek veriyor hem de başka şirketlere servis büro tarzında hizmet veriyordu. Tabii o zaman yapılan işler, bugünkülerle kıyaslanamaz; muhasebe kayıtları, defterlerin bilgisayara geçirilmesi, bilgisayardan print alınması, bordroların basılması vb. Aldığım ilk iş Basf-Sümerbank projesiydi. Bir yıla yakın çalıştım ve projeyi bitirdim. Sonra ikinci projeyi verdiler, ama ben onlara cevap olarak istifa edeceğimi söyledim. Hangi alanda, ne yapacağımı bilmesem de girişimci olmak istiyordum.

Profesyonel hayatta edindiğiniz deneyimler işinizi kurmanızda size nasıl yardımcı oldu?
Dört yıllık kariyer, her şeyden önce, 22 yaşına geldiğimde hayattan ne beklediğim konusunda çok net bir fikre sahip olmamı sağladı. Ben, girişimci olmak isteyen herkesin, öncelikle kısa bir süre de olsa profesyonel hayatta deneyim sahibi olması gerektiğini düşünüyorum. Bu, girişimcilik döneminde yapacağınız hata risklerini azaltan, çok önemli bir süreç… Kendinizi daha iyi tanıyorsunuz. Doğru bir yerde, doğru insanların yanındaysanız, vizyonunuzu güçlendiriyorsunuz.

Bugünkü işinizden önce kaç iş kurdunuz?
Teknoloji Holding bünyesinde, Türkiye’de kendi alanında pazar açan, yeni bir sektör yaratan pek çok iş fikrini hayata geçirdik, büyüttük… Bazıları çok başarılı oldu. Bazıları deneme niteliğindeydi, riskleri ya da pazar koşullarındaki olumsuzlukları gördüğümüzde vazgeçtik…

Bunlardan ilki barkod sistemlerini Türkiye ile tanıştırdığımız Exim oldu. 1988’de Türkiye’de PC bile henüz tanınırken, dünyada yeni gelişmeye başlayan bir sektörü Türkiye’de ilk kez biz hayata geçirdik. Bu niş bir alandı ve çok hızlı büyüdük. Exim ile şirketleri, depo otomasyonu, mobil satış, dağıtım otomasyonu gibi uygulamalarla tanıştırdık. İlerleyen yıllarda, Exim’de sattığımız tüm donanım ürünlerinin servis, bakım ve kurulum gibi hizmetlerini departman yapısından çıkararak, Teknoser’i kurduk. Teknoser, daha sonra Türkiye’nin en geniş ağa sahip, en büyük servis şirketlerinden biri oldu. Ardından, ödeme sistemlerinde dünyanın en büyük şirketlerinden biri olan Ingenico’nun Türkiye distribütörlüğünü aldık ve Planet’i kurduk. Kredi kartı pazarının büyüyecek olması, bizim önceden gördüğümüz ve yatırım yaptığımız bir işi yarattı. Mobil POS gibi uygulamaları Türkiye’de ilk kez biz uyguladık. Yazılım ve Ar-Ge tarafımız güçlendirdik… POS konusunda, Türkiye’nin en büyük şirketi olan Planet böyle büyüdü…

Türkiye’de hayata geçirdiğimiz en önemli projelerden biri de hiç farklı kuşkusuz, İddaa oyunu oldu. Bu fırsatı gördük, Türkiye’de hayata geçirmek için, yanımıza bu konuda dünyanın en hızlı büyüyen ve en başarılı şirketlerinden olan Yunanlı Intralot’u ve Çukurova Holding’i aldık. Teknoloji Holding’in yüzde 20, Intralot’un yüzde 25 ve Turktel’in yüzde 55′lik ortaklığıyla 2002′de İnteltek kuruldu. Cirosu milyar dolarlara ulaşan bir iş doğdu.

Daha sonra, İnteltek’teki hisselerimizi ve Planet’i doğru zamanda, iyi bir değer ile satarak, girişimciliğe devam ettim. Hitay Yatırım Holding çatısı altında, Arena Faktoring’i kurduk. Türkiye’nin ilk izinli pazarlama sitesi Napolyon’u, Türkiye’nin en büyük online araştırma şirketi DORinsight’ı kurduk. Türkiye’nin ilk resmi online spor ve bahis platformu Bilyoner.com’da da hissedarlığım devam ediyor. Türkiye’nin lider saha servis şirketi Teknoser de bünyemizde faaliyetlerine devam ediyor.

İlk işinizi kurduğunuzda hedefleriniz hayalleriniz nelerdi? Ekonomik olarak nasıl bir durumdaydınız?
İlk iş kurarken, hayalim elbette büyümekti. Kendime güveniyordum ve bunu yapabileceğimi biliyordum. Kolay olmayacağını da biliyordum. Cebimde sermaye de yoktu. Sıfırdan başladım. Kendime inandım. En önemlisi de bu…

Sizce size başarıyı getiren hangi özellikleriniz oldu? Başarıyı getiren karakter özelliklerinizin yanında hangi gelişmeler oldu? Sadece birkaç kelimeyle özetlemeniz de yeterli olacaktır… 
Dünyaya açık yaşamak, değişimi izlemek, onun içinde olmak, güçlü ve kararlı durmak, mücadele etmek, kendine inanmak… Girişimcilik, her şeyin mucizevi bir şekilde başarıya ulaştığı öyküler değildir. Ama onları okurken, böyle bir duyguya kapılırız… Herşeye sıfırdan başlamanın, adım adım ilerlemenin, aynı zamanda büyük zorlukları vardır. Bunlara karşı motivasyonunuz hep yüksek olacak! Ben, her zaman, her koşulda motivasyonumu yüksek tuttum. Daima kendime inandım. Bir de yerimde durmayı hiç sevmedim. Her zaman dünyayı takip ettim, sürdürülebilir işlere yatırım yaptım, gelecek görmediklerimden uzaklaştım. İşimle duygusal bağ kurmadım, gerçekçi davrandım. Şirketlerim en yüksek değere ulaştığında, doğru zamanlarda sattım. Elbette hatalarım da oldu. Ama bugün geriye dönüp baktığımda, geldiğim noktayı düşündüğümde, doğrularımın yanlışlarımdan çok daha fazla olduğunu görüyorum.

 

Platin Dergisi Röportajı – Eylül 2009

English  Bahasa Indonesia  

Girişimciliği nasıl tanımlıyorsunuz?

Bence girişimcilik, öncelikle insanın içindeki özgürlük duygusu ile başlar… Girişimci için, altyapısı hazırlanmış, kuralları belirlenmiş, rotası çizilmiş, yolun en başında “zirvesi” bilinen, hiçbir zaman kendi isteklerinize göre adım atamayacağınız, planlı ve statik bir hayat, etrafı saran kalın duvarlar gibidir. Girişimci, öncelikle yönünü kendisinin belirleyeceği bir hayatı yaşamak ister. Ama çoğunlukla diğer hayatı da dener, sonraki adımları için deneyim kazanır ya da istediğinin ne olduğundan emin olur, ardından rotasını değiştirir. Ama tabii bu söylediklerim, özgürlüğüne düşkün olan her insanın başarılı bir girişimci olacağı anlamını da taşımıyor! “Başkasının yanında çalışmaktan, her gün işe gitmekten sıkıldım, kendi işimin sahibi olmak istiyorum” demekle girişimci olunmayacağı muhakkak… Dolayısıyla hayata karşı rehaveti girişimcilikle karıştırmamak gerek.
Bir girişimci, hayata karşı yüksek bir heyecana sahiptir, yeniliklerin peşindedir, yerinde duramaz. Çevresini, ülkesini, dünyayı, hayatı, tüketimi, demografik değişimi, piyasayı ve pazarı sürekli olarak merakla izler, bilgi toplar. Bunlar, çoğu zaman farkında olmadan gerçekleşir. Sürekli analiz eder. Aklı her zaman, fark edilmemiş ihtiyaçlar ve bunların nasıl işe dönüştürülebileceği üzerine çalışır. Ama burada bir parantez açalım. Girişimcinin hayatın gerçekten ne kadar içinde yaşadığı, hangi iş fikrinin, gerçekten ne kadar başarılı olacağı üzerine öngörü sahibi olması ve ayaklarının yere sağlam basması da en az bunlar kadar önemlidir. İş hayatı, heyecanı ve merakı olan, sürekli hayatla, pazar dinamikleri ile ya da toplumla örtüşmeyen iş fikirleri geliştirip başarısız olan girişimcilerle de doludur. Risk elbette alınır, ama bunun da akıllıca olması gerekir. Ben bu gruba girenleri “hayalperest/ şıpsevdi girişimciler” olarak tanımlıyorum. Onların kayıpları, heyecanları kadar büyüktür. Dolayısıyla girişimci, aynı zamanda iyi bir işadamıdır, iyi fikri bulur, doğru iş planını yapar, finansmanı, bütçesi vb. de gerçekçidir. Bunlar da fikirleri kadar değerlidir. Ya da bu konularda doğru ortağı bularak yol alma vizyonuna sahiptir.
Bu tür özelliklere sahip olan birçok insan, aynı zamanda duygusal ve romantik olabilir. Dolayısıyla kimileri bir ortakla çalışmayı ya da akıl hocasını yetersizlik gibi görebilir. Bu noktada, girişimcinin zekası kadar, “aklının” da çok önemli bir özellik olduğunun altını çizmek istiyorum. Aynı durumu, işine aşkla bağlı olan girişimcilerde de zaman zaman görürüm. İş büyür, belirli bir noktaya gelir, artık ortak olmak isteyen yatırımcı ya da işi satın almak isteyen yatırımcılar etrafınızda dolaşmaya başlar. Ama bu gruptakiler için işi o kadar değerlidir ki, karar veremez, düşünür, teklifleri yetersiz bulur, geri çevirir. Durumun farkına vardığında ise iş işten geçmiştir. Ben, girişimcinin işiyle duygusal bir bağ kurmaması gerektiğine de inanıyorum.
Diğer yandan, girişimcinin, günün her saatinde aklının bir köşesinde iş vardır. Motivasyonu yüksektir, çabuk pes etmez. Bunun yanında çok önemli bir özelliği daha vardır: İnsan ilişkileri! Bunları işe çevirmeyi başarır. Her zaman akıllı ve başarılı insanlara yönelir. Heyecanı ve azmiyle çevresinde güven yaratır. Kiminle, hangi işi yapabileceğini de bilir. İlişkilerini böyle yönetir. Aynı zamanda öğrenmeye karşı meraklıdır. Burada yalnızca akademik bir eğitimden ya da deneyim kazanmaktan da söz etmiyorum. Örneğin, insanlardan, çevresi ile yaptığı sohbetlerden, ilişkiye geçtiği her insandan bilgi toplamayı, yeni şeyler öğrenmeyi bilir. Girişimci çok çalışkandır, zor yorulur. Ama onun için, çalışkanlık, günün en önemli kısmını işin başında geçirmek demek de değildir. Daha önce de söylediğim gibi, girişimcinin, sürekli olarak, hayata karışması gerekir.
Ben, tüm bunlar bir araya geldiğinde, doğru girişimci tanımının oluştuğunu düşünüyorum. Bir tanesinin eksik olması bile, sonucu etkiler…

Sizce, Türkiye girişimcilik açısından nasıl bir konuma ve profile sahip? Türkiye’nin girişim karnesi hangi açılardan ileri ve geri konumda bulunuyor? Avantajlı-dezavantajlı yanlarımız neler?
Türkiye’de girişimcilerde cesaret, risk alma, pratik zeka, heyecan ve dinamizm fazlası ile var. Bunlar, dünya ortalamalarına baktığımızda çok önemli artı özelliklerdir. Gelişmiş ülkelerin birçoğunda oluşan kuralcı yapının verdiği alışkanlıklar, birçok girişimcinin hızını kesiyor… Ama dış dünyada, etrafımızda neler olup bittiğine karşı ilgili değiliz, trendleri doğru okumak konusunda zafiyetler var. İşte bu nedenle, Türkiye’ye baktığımda, trend olan bir girişimin, birden popüler hale geldiğini, hızla yayılıp, aynı hızla yok olduğunu görüyorum. Biri bir işte başarılı olduysa, herkes, hiçbir farklılık yaratmadan, aynı alana, aynı pazara, aynı modelle balıklama dalıyor. Örneğin bir alışveriş merkezinin giriş katında, yan yana dizilmiş “bardakta mısır” satıcılarını gördüğüm zaman, bunun hangi mantıkla yapıldığını, doğrusu çözemiyorum… O alışveriş merkezini günde kaç kişinin ziyaret ettiğini, ziyaretçilerin profilini, kaç tanesinin bardakta mısır yiyeceğini, ne kadar ciro yapacağınızı, bunun karşısında maliyetlerinizi hesapladınız mı? Birçok girişimci, sektörün dinamiklerini, rakiplerini bilmeden, hedef kitleyi, müşteriyi tanımadan, iş planını oluşturmadan, hızla iş kuruyor… Elbette hız güzeldir, ama bunun da akıllıca yapılması gerekiyor.
Öte yandan, Türkiye’de girişimcilerin seyahat karnelerinin de düşük olduğunu görüyorum. Bulundukları sektördeki gelişmeleri takip etmek için, daha fazla dışarıya çıkmaları gerekiyor. Farklı kültürlerle daha fazla temas etmeleri gerekiyor… Elbette bunlar, ekonomik koşullarla da yakından ilgili. Ama bunlar eskisi kadar zor değil… Üstelik internet çağındayız. Dünyada, kendi alanınızdaki tüm yenilikleri yalnızca bir bilgisayar ile izleyebiliyorsunuz…
Ne yazık ki bizde bir de kazanımlar yatırıma değil, kişisel servete dönüyor, bu da büyük bir kayıp… Biraz para kazanan hemen arabasını, evini değiştiriyor. Tabii ki bunlar da olacak ama öncelikle, iş geliştirilecek!

Türkiye’de girişimciliğin önündeki en önemli engeller neler? Ve bu engellerin nasıl aşılacağını öngörüyorsununuz?
Yapısal sorunlara bakacak olursak, Türkiye sermaye açısından zayıf bir ülke… Eğer bir girişim kararı verdiyseniz ve yola yetersiz bir sermaye ile çıkıyorsanız, işiniz gerçekten çok zor. Girişim sermayesi, risk sermayesi ve melek yatırımcı gibi oluşumlar ise şu an çok yetersiz. Yaşanan son krizden sonra, biraz da geri plana çekildiler… Yabancı yatırımcı ve sermaye derseniz, biz son dalgada küçük bir pay aldık ve bitti… Bu yapıların mevcuttaki yapısında ise, girişimciliği desteklemekten çok, işin çoğunluk hakkına sahibi olma, girişimcinin iş üzerindeki etkisini azaltma gibi eğilimler görüyorum…
Ben girişimlerin, özellikle kuruluş aşamasında, yüksek maliyetlerini azaltmak adına destek mekanizmalarının arttırılması gerektiğini düşünüyorum. Girişimci belirli bir süre, kritik bazı maliyetlerden muaf olmalı ya da özel indirimler almalı. Para kazanmaya başladığında, mutlaka ülkesine karşı sorumluluklarını fazlasıyla yerine getirecektir. Bunun koşulları ve sistemi de oluşturulabilir. Bir de girişimcilere tanınan birçok hakkın ve desteğin neden yeterince bilinmediğini de çözebilmiş değilim. İnsanlar merak edip araştırmıyor mu yoksa gereken farkındalık mı yaratılamıyor?
İş dünyasına baktığımda ise, yeni girişimlere karşı risk almaktan uzak duran yapılar dikkatimi çekiyor. Çoğunlukla alışılmış düzeni bozmak zor geliyor. Özellikle de girişimci, kurumsal pazarda, bilinmeyen bir alanda iş yapıyorsa, yeni bir kavramı, ürünü ya da hizmeti ortaya koyuyorsa, kapısını çaldığı gruplarda, alt ya da orta yöneticilerin ilgisini çekmekte fazlasıyla zorlanıyor… Gelişmiş ülkelerde yaratıcılığa, genç girişimcilere, onların geliştirdiği yeni iş modellerine, ürün ve hizmetlere karşı her zaman daha fazla açıklık görüyorum. Bence iş dünyasının, bu yönde bir misyonu olmalı. Tepe yönetimin, bunlardan her zaman haberdar olmasını bekleyemeyiz. Ama orta ve alt grupların, değişime ve yeniliğe daha fazla açık olması gerekiyor diye düşünüyorum…
Son olarak, iş dünyasının, girişimcilerle deneyimlerini paylaşabileceği platformların sayısını da yetersiz buluyorum. Girişimciler için, deneyimleri dinlemek çok önemli… Zaman zaman, eğitim şirketlerinin düzenlediği konferanslar oluyor. Ama bunların fiyatlandırmalarına baktığımızda, kaç girişimci gelip izleyebilir, bundan da emin değilim… Çoğunda da konuşmacılar doğru seçilmediği ya da yönlendirilmediği için, kimin, neyi, neden anlattığı bile anlaşılmıyor. Bence işadamları ve profesyoneller, deneyimlerini kitap yazarak anlatmalı… Bizde bu yöndeki çalışmalar çok az… Girişimciler de bunları mutlaka takip etmeli.

Dünyadaki girişimcilik potansiyeli ile Türkiye’deki potansiyeli kıyaslayabilir misiniz? Dünyada hangi konularda önemli adımlar atılıyor? Türk girişimciler kendilerini hangi konularda geliştirmeli?
Bu sorunuzun yanıtlarını, yukarıda birçok noktada verdiğim için, tekrar etmeye gerek görmüyorum. Ancak, dünyaya baktığımızda, özellikle gelişmiş ülkelerde girişimciliğin, yaratıcılığın ve yenilikçiliğin çok daha fazla desteklendiğini, sermayenin ve diğer olanakların çok daha geniş olduğunu görüyoruz. Yapısal olarak baktığınızda, şu an Türkiye ile dünya arasındaki en büyük fark, bence budur.

Türkiye’de daha çok hangi konularda ve sektörlerde girişimciliğe yönelik adımlar atıldığını düşünüyorsunuz? Türkiye’de özellikle hangi konularda girişim atağına ihtiyaç duyulduğunu gözlemliyorsunuz?
Türkiye’de, dünyadaki trendler gereği, son yıllarda teknoloji ve internet alanında girişimlerde patlama oldu. Ben bunu, çoğununun iş modelini doğru bulmasam da çok heyecan verici buluyorum. Dünyada olduğu gibi, Türkiye’de de rüzgara kapılıp deneme yapanların birçoğu hayal kırıklığı yaşadı. Bazıları, kuralları henüz oluşan yeni sektörlerde iş yapmanın zorluklarını yaşadı. Bazıları ise yukarıda sıraladığım girişimci tanımındaki eksik parçalar nedeniyle sonuca ulaşamadı… Ama bunun karşısında, bazıları ise gerçekten çok önemli başarılara imza atıp, büyüdü. Onları da takdir ederek izliyorum. Neticede hepsi girişimcilik deneyimleridir ve gelişme de böyle sağlanır.
Yine dünyadan gelen rüzgar doğrultusunda perakende, eğlence, hızlı tüketim gibi alanlarda, çok genç girişimciler iş dünyasına girdi. Bunların çoğu da başarılı oldu. Şu anda Türkiye’de özellikle sosyal hayatta büyük bir dönüşüm yaşanıyor, kültürel doku değişiyor. Özellikle yurtdışında deneyimi olan, vizyon sahibi genç girişimcilerin yaptıkları birçok girişimin, yurtdışındaki benzerlerini aratmayacak ölçüde başarılı olması çok güzel…
Bununla birlikte, Türkiye’de girişimcilerin, yeni gelişen iş sahalarını, sektörleri çok iyi izlemesi gerekiyor. Buralarda, özellikle niş olarak tanımlanabilecek, henüz bilinmeyen, pazarda fark edilmeyen çok sayıda iş var. Teknolojide fırsatlar her zaman devam ediyor. Ama bunun yanında yenilenebilir enerji, sağlık, telekomünikasyon, perakende, hızlı tüketim gibi alanlarda oluşan yeni işler var. Öte yandan, Türkiye’nin tüketici profili değişiyor, bunu iyi gözlemlemek gerek. Aslına bakacak olursanız, sektör sektör ayrıştırmaktan ziyade, tüketicinin, müşterinin henüz tanımlanmamış çok sayıda ihtiyacı, talebi olduğunu, girişimler için fırsatların her dönemde çok olduğunu ifade etmemiz sanırım daha doğru bir yanıt olacak.

Exim Pazar Açtı

English  Bahasa Indonesia  

Yıl 1988. Türkiye’de “teknoloji” kelimesinin o dönemdeki karşılığına “inovasyon” demek yanlış olmaz… PC’nin bile henüz telaffuz edildiği bir dönemde, Otomatik Tanımlama ve Veri Toplama (OT/VT) sektörü dünyada henüz keşfedilirken, Exim, barkod uygulamasının Türkiye’deki ilk uygulamasını gerçekleştirdi ve yeni bir pazar açtı. Barkod yazıcı ve okuyucular, Türkiye’ye ilk kez, Exim ile geldi, yeni bir sektör doğdu.
İDDAA İLE YENİ BİR DÖNEM BAŞLADI
Müşterek bahis oyunlarında, Türkiye’de yıllar boyunca yalnızca Spor Toto vardı… Teknoloji Holding, bu alanda yeni bir sayfa açarak, “İddaa” fikrini geliştirdi. Yunanistan merkezli Intralot ve “yüzde 100 Turkcell” iştiraki olan Turktell ile kurulan ortaklıkla Inteltek kuruldu. Inteltek, Spor Toto Teşkilat Müdürlüğü tarafından düzenlenen “Müşterek Bahis Oyunlarının Çoklu Elektronik Ortamlar Üzerinden Oynatılması ve Merkezi Sistem Kurdurulması ve İşletmeciliği” konulu ihaleyi kazanarak, faaliyete geçti. Bugün, dev bir sektör yaratan İddaa, Türkiye’de en çok oynanan müşterek bahis oyunu…

Nedir Bu Sanallaştırma?

English  Bahasa Indonesia  

Bir önceki yazımda Bulut Bilişim konusuna değinmiştim… Avantajlarından ve geleceğinden bahsetmiştim. Bulut Bilişim denince elbette sistemin yapı taşı olan Sanallaştırma çözümünden bahsetmemek olmaz. Peki, nedir bu Sanallaştırma?

Sanallaştırma, mevcut bulunan fiziksel donanıma bir yazılım aracılığı ile mantıksal bölümleme yaparak aynı donanım ile birden fazla fiziksel donanım varmış gibi hizmet alma işidir. Basitçe anlatmak gerekirse; bir bilgisayar içinde gereksinimlerimiz doğrultusunda yarattığımız başka bilgisayar veya bilgisayarların sanal olarak oluşturulması ve çalıştırılmasıdır. Bu sayede temel olarak donanım, bağımlılıklarından kurtularak esneklik kazanır. Bunun yanı sıra artık sayısı giderek artan her bir uygulamanın kümülatif yönetimi, fiziksel yer tasarrufu gibi avantajlar da sunar ve bu noktada da karşımıza sistemin en büyük avantajı çıkar; operasyonel maliyetlerin düşmesi sonucu oluşan verimlilik.

Bir işletmenin mevcut BT altyapısını sanallaştırılmış bir platforma taşıması için çok fazla neden var. Modern iş yapma modelinde BT ile entegre olmamış süreçleri kullanan işletmelerin rakiplerinden geri kalacağı ve pazar payını kaybedeceği bilinen temel bir gerçek. O zaman hedefini büyüme yönünde belirlemiş olan bir işletmenin güçlü BT çözümlerine de ihtiyacı var diyebiliriz. Maliyetleri de göz önünde bulundurduğumuzda, haliyle daha az maliyet ile daha esnek ve daha verimli olmayı sağlayacak BT çözümleri tercih nedeni… İşte bu sebepten ötürü sanallaştırma teknolojileri büyümek isteyen bir firmanın ilk tercihi olacaktır. Bu durumda geriye yalnızca bir soru kalıyor; nasıl?

Detaylı planlama yapılmadan, gereksinimleri net olarak belirlemeden, orta ve uzun vadeli iş planları ile paralel fikirler üretmeden oluşturulan her mimari eksiktir ve umulan faydayı vermekten uzaktır. Diğer yandan, sadece BT yöneticileri değil CIO, CFO gibi üst düzey yöneticilerin de bilgi sahibi olması bir diğer zorunluluk olarak çıkar karşımıza. Dolayısıyla, “nasıl” sorusuna en doğru cevabı vermek zordur, uzmanlık isteyen bir konudur. İşte bu yüzden, katma değerli çözüm sağlayan, kuruma fayda sağlamayı esas alan güvenilir çözüm sağlayıcının tespiti kritik bir tercih olacaktır. Teknoser ile sunduğumuz hizmetler bütünü de tam bu amaca hizmet ediyor aslında. Peki ya işin maliyeti?

Gerçek maliyet, bilinenin aksine satın alınacak donanım ve yazılımların ücretleri ile ilgili değil, o işletmenin iş hedefleriyle paraleldir. Toplam sahip olma maliyeti yaklaşımı ve iş hedefleri, doğru zaman katmanı ile harmanlandığında işletme için gerçek maliyet ortaya çıkacaktır. Şu bir gerçek ki, her işletmenin önce güvenilir, sonra işini çok iyi bilen bir çözüm ortağına ihtiyacı var. Biz de Teknoser’de adımlarımızı, bu konuda en başarılı firma olmak için atmaya devam ediyoruz.

Bulut Bilişime Dair

English  Bahasa Indonesia  

Her gün adını duyuyoruz ancak birçok kişi bu kavramı henüz tam olarak anlayabilmiş değil… Bulut Bilişim (Cloud Computing). Birçok tekil parçanın bütünü olan bu kavramın içinde Google Docs, Google Mail, Apple MobileMe, Flickr gibi uygulamaları ve daha birçoğunu saymak mümkün. Aslında kısaca, kullanılan servis ve uygulamaların internete bağlı bir veri merkezinde bulundurularak, internete bağlı herhangi bir cihaz ile çalıştırılmalarına Bulut Bilişim diyebiliriz. Bu sistem sayesinde bilgisayarınızda bulunan ofis dosyalarınız, resimleriniz, arşivleriniz, üçüncü parti uygulamalarınız ve kişisel dosyalarınız internetteki bir sunucuya taşınır, siz ise internete bağlı olduğunuz her yerden bu programlara ulaşıp işlerinizi yönetebilme imkânına sahip olursunuz.

Peki, gelecek eşittir Bulut Bilişim diyebilir miyiz? Büyük oranda, evet. Tabii, bunun için hala dünyanın tartıştığı bazı konuların çözülmesi gerekiyor ki bunların en başında güvenlik hakkında kafalarda oluşan bazı soru işaretleri geliyor. Örneğin, bin bir emekle oluşturduğunuz verilerinizi, belki de hiçbir zaman görmediğiniz ve görmeyeceğiniz bir veri merkezinde tutmaya sizi kim, nasıl ikna edecek? Veri alışverişi esnasındaki olası sızmalar için ne yapılabilir? Hangi sistem şu anda %100 güvenli? Ne yazık ki dünya bunları halen tartışıyor ve bu konudaki uluslararası standartlar henüz tam olarak oturtulabilmiş değil. O yüzden şu anda piyasa, ağırlıklı olarak her büyük işletmenin kendi veri merkezinde, özel bulutunu kurmasına daha eğilimli. Uygulamaların bir kısmını Lokal Buluta (Public Cloud) taşımak, özellikle kritik uygulamalar düşünüldüğünde sanırım hala en doğrusu gibi görünüyor.

Şu anda çoğu işletmenin benimsemeye çalıştığı bulut bilişim, yakın gelecekte hayatımızdaki mobil alışkanlıklarımızı artıracak ve geleneksel iş yapma modelini, fiziksel cihaz veya lokasyonla bağımlılığı ortadan kaldıracak. İnternetin her geçen gün daha düşük maliyetlerle yüksek bant kapasitesi sunmasıyla yakın gelecekte, sürekli yanımızda taşıdığımız akıllı telefonlar ile sadece e-posta hizmetlerine değil, ofislerdeki veri ambarları ve diğer uygulamalara erişmek, ofis içerisindeki gibi bu uygulamaların tümünü etkin bir biçimde kullanabilmek çok sıradan bir olay haline gelecek.