Eğitiminizi tamamladıktan sonra kendi işinizi yapmak ya da girişimci olmak mı istiyorsunuz?
Ya da babanızın – annenizin işini mi devam ettirmeyi düşünüyorsunuz?
Profesyonel olarak bir şirket bünyesinde çalışmak da sizler için bir tercih olabilir.
Girişimci olmak isteyenlere Allah kolaylık versin. Uykusuz geceler, çok çalışma, başarılara, başarısızlıklara ve düzensiz yaşama hazır olun derim.
Ebeveynlerinin işlerini devam ettireceklerin de işi kolay değil. Yıllarca oluşturulmuş değerleri korumak, büyütmek de kolay değil.
Profesyonel çalışanlar geceleri daha rahat uyuyacaklar ancak onları da kariyer basamaklarını tırmanmadaki rekabet, mücadele yoracak.
Ben kendi adıma girişimciliği seçtim. Girişimciliği seçmemin nedeni, bir yere bağlı, kuralları baştan ve başkaları tarafından konmuş bir hayatı değil, özgürlüğü seçmek isteyişimdi. Ancak görüyorum ki 32 yıldır özgürlük derken, başarılı olma dürtüsünün esiri olmuşum. Bu da yaşamı stresli hale getiriyor.
Ders çalışmayı çoğu öğrenci gibi ben de sevmezdim. Ancak oyunun kuralı bu. Çalışmak zorundayız.
Üniversiteye girdiniz mezun oldunuz. İşe ilk girerken diplomanız önemli. Ancak çalışma hayatınızın 10. yılında artık herkes sizin nereden mezun olduğunuza değil, yaptıklarınıza bakar.
Öğrencilik sadece notlardan ibaret değil. Bence başarılı olmak hem derslerde belli bir seviyeyi yakalamak, aynı zamanda da sosyal etkinlik, ilişkiler, çevre, farklı projelerde yer alma gibi konularda da var olmak anlamına gelir.
“Başkasının yanında çalışmaktan, her gün işe gitmekten sıkıldım, kendi işimin sahibi olmak istiyorum” demekle girişimci olunmaz. Hayata karşı rehaveti girişimcilikle karıştırmamak gerekir.
– Anlayacağınız çalışma yaşamı kolay değil. Aslında yaşamın kendisi bir mücadele.
– İş yaşamını nasıl daha kolay hale getirebiliriz? Sevdiğimiz işi yaparak veya sevdiğimizi iş yaparak. İş veya özel hayat diye bir ayrım yok. En iyisi, hobiniz işiniz olsun.
– Lise sıralarında net bir hedef koymak oldukça güç. Aslında yaşam da, bu yaşlarda öyle net, keskin hedefler konularak istendiği gibi gelişmiyor.
Çevrenizde büyükleriniz size devamlı “ne olmak istiyorsun” diye soruyor değil mi? Aslında bizler kendi egolarımızı tatmin etmek için bu soruyu soruyoruz ve seçeceğiniz konuyu kendi gururlarımızı tatmin edecek bir şey olmasını bekliyoruz. Mesela ben “Sokak çalgıcısı olmak istiyorum” diyen çocuğuna “aferin, seninle gurur duyuyorum” diyen bir anne hiç görmedim. Hem zaten sen bana bu kadar yakınsan, bu da benim ne yapacağımı bilmediğimi göstermez mi, bilseydim zaten sen sormadan söylerdim.
Orta direğin biraz üstü sayılabilecek bir ailenin en küçüğü olarak dünyaya geldim. Kabataş Erkek Lisesi’ni bitirdim. Bitirdim derken, son sınıfta iki dersten ikmale kaldım ve üniversite sınavlarına da o derslerden geçemeyeceğimi düşünerek hiç hazırlanmadım. Dikkati dağınık, aklı bir karış havada bir öğrenciydim. Tesadüf eseri o yıl mezun oldum ve üniversite sınavlarına da girmiştim. O zaman 30 tercih arasından 26. sırada olan Ege Üniversitesi İşletme Fakültesi’ni kazandım. Oysa benim hayalim o değildi. Kısa bir dönem İzmir’e giderim dedim.
Babamı 18 yaşında kaybettim ve hem okuyup, hem de saat 16:00-24:00 arası çalışmaya başladım. Geriye dönüp baktığımda bu yaşadıklarımın hepsinin beni olgunlaştırdığına ve bugünlere taşıdığına inanıyorum. Tabii ki ben de her evlat gibi babamı kaybettiğimde çok üzüldüm. Çünkü o bir babaydı ve gelecek güvencemdi. Ölüm zaten yaşamın en doğal parçalarından biri değil mi? Ama belki de o sayede ben, risk almayı ve kendi ayaklarımın üzerinde durmayı bu kadar erken yaşta öğrendim. Keşke bunları erken idrak edebilmek için babamı kaybetmek zorunda kalmasaydım.
Gördüğünüz gibi yaşamın önünüze çıkardığı bazı senaryolar olabiliyor. Plan yapabilirsiniz, ancak yaşamda her şey planlandığı gibi gitmiyor. Evdeki hesap her zaman çarşıya uymuyor. Önemli olan bu gibi durumlarda ortama uyum sağlayabilmek. Dayanıklı ve güçlü olmak.
Okulumuzdaki kredi sistemi nedeniyle 2.5 yılda kredileri doldurup orta derecede mezun olabilecek duruma geldim. Geri kalan 1.5 senede de bilgisayar programlama lisanlarını öğrendim. Okulu bitirdim. “Bu kadar programlama dili öğrendik, bari programcı olalım” dedim ve İstanbul’da bir şirkette programcı olarak çalışmaya karar verdim. Aradan geçen sekiz ay sonrasında bu işin bana göre olmadığını öğrenip istifa ettim ve girişimci olmaya karar verdim.
Girişimci olmaya karar verdim de cepte üç beş kuruş para var. Tekstil sektöründe fason işleri takiple başlayıp kumaş üretimi, iplik toptancılığı dahil bir sürü iş yaptım. Bu işleri yaparken, bana fason işleri veren sanayicinin fabrikasının deposunda duran atıl haldeki yuvarlak örgü makinalarını gördüm ve “bunlar niye burada duruyor” diye sordum. Ve yeni bir işe girdim. Sekiz yıl tekstil sektöründe ve 24 yıldır da bilişim sektöründeyim. Bunun yanısıra yeni bazı girişimlerim de var.
Peki ben bu iş yaşamında neler görüp, neler hissettim, nelerden ders aldım? Ne gibi işlerden, neden hoşlandım?
En başta öğrendiğim şu : Ben yeni girişimlerden ve değer yaratmaktan zevk alıyorum. Yani oturmuş, işleyen bir şirket bana göre değil. Yeni, sıfırdan bir iş yaratmalı ve o şirketten de bir değer ortaya çıkarmalıyım. Yani ben spesifik olarak bir işi değil, onu yaratmayı ve sonuçlarını görmeyi seviyorum.
Bu nedenle de olgunlaşmış şirketlerimi zamanı gelince satıyorum.
Şirketlerimle asla duygusal bir bağ kurmuyorum. Benim için önemli olan bir işi başlatma ve değer yaratma. Onu satmazsam değer yarattığını nasıl anlayacağım? Tabii bu benim tarzım. Kimisi de şirketini bebeği gibi görüp nesiller boyu devam ettirmek isteyebilir.
Girişimci olmanın en birinci şartı risk alabiliyorum. Yani çok garantici değilim. Bu biraz karakter, biraz da kendine güvenin getirdiği bir özellik.
Geçenlerde Özyeğin Üniversitesi’nde Hüsnü Özyeğin ve Ali Sabancı’nın da yer aldığı “başarısızlık zirvesi”ne katıldım. Orada “her canlı ölümü tadacaktır” benzetmesi gibi “her girişimci başarısızlığı tadacaktır” dedim. Bu gerçekten böyle. Dışarıda bir sürü girişimci ve girişim var. Ancak bunlardan başarısız olanlarını pek duymuyoruz. Çünkü kimse “ben şu işi yaptım, şöyle başarısız oldum” demek istemez. Basın da başarısızlık hikayelerini değil, başarı hikayelerini tercih eder doğal olarak.
1988 yılında bilişim sektörüne girdiğimde yurt dışı temaslar başladığından İngilizce’de sıkıntı çektim. Çünkü 1970’lerde devlet okullarında öğrenilen İngilizce ile yol bile tarif edemezdiniz. Üniversitede ise sınava girip İngilizce’den muaf oldum. Daha sonrasında da bir 10 yıl kadar kullanmayınca 30 yaşından sonra İngilizce öğrenmeye yeniden başladım. Şimdi sizler şanslısınız, ancak İngilizce’ye önem verin. Tabii bu ülkede çalışacaksanız Türkçe’niz de iyi olmalı. Etkili yazışmanın en baş şartı o dili iyi bilmektir, daha sonra da konuyu… İşe ilk başladığım yıllarda, bir toplantıda, toplantı yapacağımız kişiler yurtdışından yabancılarla toplantıya katılınca ve doğal olarak toplantı dili İngilizce olunca çat-pat İngilizce’mle çok mahçup olduğumu hatırlıyorum. Tarzanca İngilizce’mle işi zar zor idare ettim.
Sizler kiminiz kendi işini yapacak, kiminiz profesyonel olarak çalışacak. Ancak daha çok gençsiniz. Sizin kazanacağınız paraları daha matbaalar basmadı. Ama öyle pırıl pırıl gençler görüyorum ki sizin çalıştığınızda matbaalar para basmaya yetişemeyecek.
Okulunuzun son yıllarını yaşıyorsunuz. Son yıllar sizin yaşamınızdaki dönemeci belirleyecek seneler. Bu senelerde daha sıkı çalışmalısınız. Çünkü gireceğiniz üniversite, şu son yıllardaki başarınıza bağlı. Önünüzde üç önemli dönemeç ve kilometretaşı sayılabilecek seçim var. Üniversite, iş, eş… Bunların seçiminde çok dikkatli olmalısınız.
Son 15 yıldır büyük hedeflerimi gerçekleştirmek için ne yapıyorum biliyor musunuz? O hedef veya hedeflerimi telefonumun takvim kısmının sabah erken saatlerine yazıyorum. Her gün o yazdığımı görüyorum ve o hedefi içselleştiriyorum. Yani beynime kazıyorum. Beynim o işi yapmam için bana olmadık fırsatlar yaratıyor.
Girişimciyseniz sizi motive eden birilerini bulmak zordur. Girişimci kendi kendini motive etmek zorundadır. Bunun için de büyük hedeflerimi gerçekleştirmek için onu küçük parçalara ayırır, her adımı geçtiğimde motive olur, hedefime daha şevkle sarılırım. Fili parçalara ayırıp yemek gibi.
Başarıda sebat çok önemlidir. Sebat etmek, yani işi sabırla sonuna kadar sürdürme kararlılığı… Sebat etmeden büyük işleri başarmak neredeyse imkansızdır. Ancak yaptığınız yanlış ise yanlışta ısrar da yanlış. Zararın neresinden dönerseniz kardır. Bunu sosyal yaşama da uyarlayabiliriz. Örneğin kız veya erkek arkadaşınızla olmadığı halde devam etmek de bir hata ve başka fırsatlar da kaçıyor demektir. Eğer başarı yolunda ilerliyorsanız da sıkılıp ipin ucunu bırakmayın, ipin ucunu bırakırsanız da çorap söküğü gibi gider, toparlayamazsınız.
Girişimcilik, her şeyin mucizevi bir şekilde başarıya ulaştığı öyküler değildir. Ancak onları okurken böyle bir duyguya kapılırız. Benim de kendi payıma bir sürü başarısızlıklarım oldu.
Ve son olarak altın kural : Hayat; ödülü hak edene verir, hak etmeyenden alır. Siz hak eden tarafta olun…
Sevgilerimle,